Sokrates’in temel felsefesi “Kendini bil!” cümlesinde yatıyordu. Ontolojik mânâda özümüze kör bir varlık olduğumuz için kendimizi bilmek yerine sıklıkla başkalarını eleştirmek ve onlara tavsiyelerde bulunmaktan hoşlanırız. Ancak önce kendi “söküğümüzü” dikmemiz gerekmez mi?

Halk kültürümüzde bu tespitimizi doğrulayan birkaç deyişle konuyu derinleştirelim. Kelin ilacı olsa başına sürer! Terzi kendi söküğünü dikemez! Mum dibine ışık tutmaz! Kürkçünün kürkü olmaz, börkçünün börkü! Bunları çoğaltmak mümkün. Mânâ ise basit, başkalarının sorunlarına çözüm ararken kendimizin sorunlarına yabancı olmak veya bunları görememek. Öğretmen, sanatkâr ya da bir yaşam koçunun bildiklerini hayata geçiremezken başkalarına çok başarılı dokunuşlar yapabiliyor olmaları bu duruma birer örnektir. Peki bu kabullenilmesi gereken kadim bir durum mudur?

Kişisel gelişim ve ayrı bir gelişim dalı olan enneagram için söylenebilecek en güzel şeylerden biri, insanın kendi üzerine düşünme becerisini geliştirmesidir. Kendisini tanıyan ve limitlerini bilen insanların hayat başarılarının artacağı varsayımından yola çıkan bu yaklaşımlar, dibimize ışık tutmayı öğretebilir. Nasıl bir kişilik yapısına sahip olduğumuzu, güçlü ve zayıf yönlerimizin neler olduğunu bilmek öncelikle iyi bir sorgulama gerektirir. Çoğu zaman internet ortamında yaptığımız testlerde “ne olduğumuz” değil “ne olmak istediğimiz” sonucuna ulaşılsa da iyi organize edilmiş ve uygulanmış testler, kişilik yapımız hakkında bize bilgi verebilir. Alanında uzman kişilerle yapılacak görüşmelerle kişilik analizi çıkartmak daha güzel sonuçlar verecektir. İyi bir danışman eşliğinde yapılacak eğitimle kendi yaşam koçluğumuza soyunmamız da mümkündür.

Modern çağımızın tipik özelliklerinden biri, insanın işine, topluma, eşyaya, doğaya ve nihayet kendisine yabancılaşmasıdır. Daha çok Marx üzerinden bilinen “yabancılaşma teorisi” elbette ondan önce ve sonra dile getirilmiştir. Teorinin sözcüleri insanlığı, gittiği yol konusunda uyarmakta haklı çıkmıştır. Genel mânâda kurucu sosyolog ve psikologların da kapitalizmin geleceği konusundaki karamsarlıklarının sebeplerinden biri, insanın her şeye yabancılaşma endişesiydi. Öyle ki bugün, insan ne kendisini ne ürettiği ürünü ne de içerisinde yaşadığı toplumu teknik destek almadan tanıyamaz olmuştur. Sonuçta doğal yaşamımızdan uzaklaştıkça en başta kendimiz olmak üzere her şeye yabancılaşmaya başladık.

Başkalarının tercihlerini, yaşam tarzını, ilişkilerini ve değerlerini sorgulamak kolaydır fakat aynı şeyleri kendimiz hakkında yapmak birkaç zorluğu içinde barındırır. Öncelikle, çoğumuz kendimizde kusur görmeyiz. İkinci olarak, kendi kusurlarımızı bir şekilde olumluya yorarız. Yani en büyük insani problem dediğimiz insanın kendisini kandırma sorunu kendi sorgulamamızı engeller. Üçüncü olarak, insanın özbenliğini sorgulamasının yaratacağı gerilim herkesin kabul edeceği cinsten değildir. Son olarak, sorgulama metodunu bilemiyor olmanın yanı sıra kendimizi tanıdıktan sonra almamız gereken kararları alamıyor olmak veya alışkanlıklarımızı bozamıyor olmak da işin cabasıdır.

Enneagram kendi içerisinde üç bölüme ayrılan dokuz ana kategori ve alt başlıkları ile kişilik analizi yapma girişimidir. Dünyada uzun zamandır bilinen bu gelişim teorisi maalesef ülkemizde henüz yeni tanınmaktadır. Genellikle birkaç dakikalık internet testleri olarak bilinmektedir. Oysa enneagram ayrıntılı bir uygulama ve analiz gerektirir. Sonuçların yorumlanması da uzmanlık ister. Diğer yandan bu sistemin öngördüğü terapiler ve grup etkinlikleri bireyin kendi karakterini tanımasını sağlar. KIZÇEV’in enneagram programıyla sorgulayıcı ve kendisini tanıyan bireyler yetiştirmek istemesi, kendi ayakları üzerinde durabilen bir gençlik hayalini taşımasındandır.

Gündelik yaşamdan örnekler vermek gerekirse, kolay küstüğünü bilmek, kolay karar değiştirebiliyor olduğunu bilmek, zor beğendiğini ya da derinlemesine düşünmek istediğini bilmek, düşüncelerini ya da hislerini paylaşmaya açık olmadığını bilmek ve bunun gibi daha birçok analizler ilişkilerini düzenlemesinde kişiye inanılmaz faydası olabilir. En azından kişi kendi kendini manipüle etme riskine karşı önceden önlem alabilir.  Mesela kolay kandırıldığını bilen birisi bu özelliğini bilirse kandırılmamak için basit kurallar tespit edebilir. Sahtekâr kişilerin genelde seri ve güzel konuştuklarını sıklıkla kendisine hatırlatabilir. Sözün büyüleyiciliğinin farkında olmak kişiyi uyanık tutabilir. Sıradan bir konuda kendisini ikna ekmeye çalışan kimselerle diyalog kurduğunda muhatabına odaklanmak yerine kendine ve ihtiyaçlarına odaklanarak daha doğru karar alabilir. Örneğin, bir gömleği satmak isteyen satıcının beni ikna etmek için ileri sürdüğü gerekçelere yoğunlaşırsam bunu almam gerektiğini düşünürüm. Ancak kendi ihtiyaç ve zevklerime yoğunlaşırsam ürünü alıp almama konusunda kendi kararımı veririm.

İstemediği üniversitede, istemediği bölümü okumak durumunda olan bir öğrenciyi düşünelim. Burada sorgulama nereden başlamalıdır? Bölümü bırakıp yeniden hazırlanmak, okuduğu bölümde isteğine uygun yan dal okumak veya bölüm dışı sertifika, deneyim ve okumalarla/araştırmalarla istediği alanda kendisini geliştirmek… bunlar herkesin imkânlarına ve yeteneklerine göre farklı cevaplanabilir. Bu sebeple kişisel sorunlarda paket çözümler pek işe yaramaz. İyi bir üniversitede sinema okumak isteyen ancak ailesinin isteğiyle başka bölüme giden öğrencinin rasyonel tercih için önce kendisini tanıması gerekir. Mesela mevcut puanından çok fazla puan alması gerekiyorsa bunu alabilecek altyapısının olup olmadığı, bunu başaracak enerjiye sahip olup olmadığı ve ailesinin bunu karşılayacak gücünün olup olmadığını sorgulayabilir. Kendisinin heveslerine kolay yenildiğini, dolayısıyla tez canlı olduğunu bilen bir kişi böyle kritik kararları alırken belki kararını zamana yaymalı ve güvendiği kişilere danışmalıdır. Sorgulayıcılık nihâyetinde başkalarından yardım almayı ve uzmanlardan fikir almayı hor göremez. Bu şekilde sorgulamak, istemediğimiz şehirde ve üniversitede bile bize yeni ufuklar açabilir. Yoksa lanetleyerek geçecek yıllardan sonra elde sadece kuru bir diploma kalacaktır. “Her şeyde bir hayır vardır!” sözü bu bakış açısıyla yorumlanabilir.

Başkalarına “hayır” demekte zorlanan kimseleri düşünelim. Baskıcı toplumlarda çoğu birey hayır demeyi beceremez. Maalesef başkalarına hayır diyememek yanlış evlilikten iş ortaklıklarına, yanlış bölüm okumaktan suça ortak olmaya kadar her yerde karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple birçok başarısız ilişki ve girişimden sonra “Aslında ben x kişisinin yanlış olduğunu biliyordum, ama kıramadım!” türünden cümleler duyarız. Böyle bir karaktere sahip olduğunu bilen kimsenin kararlarını zamana yaydıkça ikna olma olasılığının arttığını bilmesi gerekir. Bazen günlerce bu gerilimli durum devam eder, yine evet denir. O hâlde net olunan kararlarda bunu muhataplarına tek seferde ve açıkça iletmek gerekir.

Kendimizi bilme problemi Sokrates ile başlamadığı gibi günümüz düşünürlerince de bitirilebilmiş değildir. Felsefenin hâlâ en zevkli konusu olarak bizi selamlar. Kültürün çocuğu olan bizler kültürle beraber değişen dünyamızı ve sorunlarımızı anlamak için sürekli kendimizi geliştirirken, statik veya geleneksel toplumlar elbette ki buna daha az ihtiyaç duymaktadır. Ancak Türkiye, gelenekten modern ve postmodern yaşama henüz geçiş yaptığı için büyük psişik-sosyal kırılmalar yaşamaktadır. Artan şiddet ve cinayetler, boşanmalar, cinsel sapkınlıklar, intiharlar, madde bağımlılığı ve psişik vakalar anomik toplumun tipik özelliklerini gösterir. Birey ve toplumun, değişimleri sonucu ortak değerlerini kaybetmesi ve yenilerini üretememesi anominin kaynağıdır. Birey ve toplum kendisini tanıyarak yeni yaşamın ortak değerlerini üretene kadar bu kriz ânı devam edecektir.