Hayatı Sorgulamak Ne Demektir?

Sıklıkla duyduğumuz ve çoğu zaman da tam olarak anlaşılmayarak üst perdeden söylenen kavramlardan birisi “hayatı sorgulamak” tır. Sorgulanma riskine rağmen sorgulamaktan vazgeçmeyen insanların “Sorgulanmamış bir yaşam, yaşanmaya değer değildir.” benzeri cümleleri kurmaktan zevk aldıklarını görürüz. Peki, hayatı sorgulamak ne demektir? Neden önemlidir? Kimler sorgulayıcıdır? Sorgulamak bizi özgürleştirir mi?

Sorgulamak nedir? Sorgulamak en başta bireyin kendisi, sonra yaşadığı toplum, doğa ve tanrı hakkındaki bilgilerini yeterli görmeyip daha fazlasını merak etmesidir. Nedenleri, niçinleri ve nasılları öğrenme arzusu, sorgulayıcı insanın en temel özelliklerinden biridir. Başka bir şekilde söylersek, her ne yapıyorsak bunu alışılagelmiş kalıpların dışında yapmayı denemek de sorgulamaktır. Unutmamak gerekir ki hemen her insan, doğumuyla beraber hayatı sorgulamaya başlar. Ancak nâdir olan bunu alışkanlık haline getirmek ve bir disiplin altında geliştirmektir. Hayatta kontrollü ve sistemli şekilde yapılmayan şeyler kalıcı başarı sağlamamaktadır. Dolayısıyla hayatı sorgulamak da bir ömür boyu bıkmadan nedenleri, niçinleri, nasılları araştırma arzusunu gerektirir. Bunu az sayıda âdemoğlu yapabilmiştir. Filozofların, sanatçıların, seçkin bilim insanlarının veya toplumda her ne işi yaparsa yapsın, yaptığı işe yeni bir şeyler katan insanların sorgulayıcı olduğu söylenebilir. Oysa insanların geneli, zihinsel bir konformizmle, hayatı buldukları gibi yaşayıp ölürler. Birçoğu hayatı sorgulama potansiyeline sahip olsa da toplumsal baskıdan, tanrı korkusundan, kişisel tembelliğinden vb. bunu yapamaz.

Hayatı sorgulamak oldukça geniş bir ifadedir. Yaşadığımız toplumun geleneklerinden dinine, küresel, ekonomik ve siyasal düzenden bireysel gelişime, yaşadığımız şehrin altyapı sorunlarından boş zaman alışkanlıklarına kadar hemen her şeyi sorgulayabiliriz. Zamanı geçmiş ve artık eski fonksiyonelliği kalmamış örf, adet, gelenek ve inançlarımız üzerine kafa yorabiliriz. Yeni ihtiyaçlarımıza cevap vermeyen aletler, bizi tatmin etmeyen fikirler sorgulanmalıdır. Zaten hayatın her alanındaki bitmeyen yenilikler ve icatlar da bu sorgulamanın ürünü değil midir? Yine tekrar etmek gerekir ki hayatı sorgulamak bir sistem dâhilinde yapıldığında bireyi özgürleştirir ve topluma değer katar. Her şeyi gelişigüzel eleştirmek yapıcı bir sorgulama değildir.

Sorgulamak zihinsel bir alışkanlıktır. Genellikle de çocukluktan itibaren toplum tarafından köreltilir. Sosyo-kültürel açılardan gelişmiş toplumlar ailede ve okulda başlamak üzere insanın doğasında var olan bu yeteneği geliştirmeye çalışırken, gelişmemiş toplumlar bunu tehlikeli bulmaktadır. Sorgulama farklı gerekçelerle yasaklanır. Bazen günah fikri, bazen yasaklar, bazen de çocuğa karşı olumsuz tutum ve davranışlar minik beyinlerin soru sormaktan vazgeçmesine neden olur. Böyle bir toplumda sıklıkla karşılaştığımız şey, çok soru soran çocukların ebeveynleri, kardeşleri veya öğretmenleri tarafından “Her şeyi sorup durma!” şeklinde azarlanmasıdır. Oysa tam aksine çocuğun sorgulayıcı karakterinin gelişmesi için ona yeni sorular soracak şekilde yanıtlar vermek gerekiyor. Çocukların sürekli soru sormanın iyi ya da kötü bir şey olup olmadığını çevrelerinden aldıkları tepkilere göre belirlediği düşünülürse bu hiç de iyi bir durum değildir.

Kimler Hayatı Sorgular?

Sorgulayan ve kendi hayatını yaşayan bireyler gerçekte çok mu azdır? Sadece filozoflar, seçkin sanatçılar, mucitler veya bilim insanları mı sorgulayıcıdır? Hangi toplumlar daha çok sorgular? Kanaatimizce sorgulamak hiçbir millete ve meslek grubuna has değildir. Diğer taraftan sorgulayıcı insanlar da tek tip değildir. İki şekilde karşımıza çıkarlar. İlk grupta tanımlayacağımız bireyler uğraştığı alanlarda oldukça sorgulayıcı ve yaratıcı olabilirken, hayatının geri kalan kısmında sıradan bir vatandaş gibi örf, adet, gelenek ve inançlara bağlı yaşayabilirler. Bu tür insanlar uğraş alanlarında deha seviyesinde şeyler başarırken, gündelik yaşamlarında normal kabul edilirler. İkinci sınıf sorgulayan bireyler ise daha az olmakla beraber hayatın hemen her alanında sorgulayıcıdırlar. Giyimlerinden inançlarına, ilişkilerinden eğitim süreçlerine sürekli bir sorgulamanın neticesinde yaşadıkları toplumdan ayrışırlar. Bu insanlar genellikle de toplumda hoş karşılanmazlar. Aynı şekilde, sistemli sorgulama ve çalışma alışkanlığı kazanmazlarsa hiçbir alanda seçkin eserler/fikirler bırakamazlar. Sonuçta sorgulayıcılık kadar “yapıcı sorgulayıcılığı” da geliştirmek önemli bir toplumsal görevdir.

Yukarıdaki ikili ayrım üzerinden egzersiz yapmaya devam edebiliriz. Mesela ekonomik anlamda kısıtlı imkânlara sahip bir ev kadınını düşünelim. Eğer bu kadın sorgulayıcı bir zihne sahipse kısıtlı imkânlarıyla bile evinin tasarımını göz alıcı hale getirebilir, yemeklerine farklılık katabilir ve ailesinin yaşam tarzını ufak dokunuşlarla yaratıcı kılabilir. Bir doktorun daha etkili tedaviler bulmak için sürekli sorgulaması, ticaret erbabının piyasa şartlarından farklı fikirler üreterek fark yaratması, bir antrenörün alışılmış teknikleri geliştirerek daha başarılı sporcular yetiştirmesi, bir kütüphanecinin yeni tasnif stili geliştirmesi sorgulayan zihinlere örnek olabilir. Sorgulamanın çok kısıtlı olduğu düşünülen din sahasında bile bireylerin sorgulama yapması istenir. Hz. İbrahim’ in Allah’ a sorduğu sorular enfes örneklerdir. Bir peygamber bile aklen tatmin olmak istiyorsa dinin bağlıları da dinlerine bulaşmış gelenekleri ve yanlış yorumları ayıklamak için sorgulama yapmalıdır.

Sorgulamak Özgürleştirir mi?

Hayatı sorgulamak bir anlamda özgürlük, bir anlamda da bitmeyecek bir dışlanma ve ötekileştirmeye maruz kalmaktır. Özgürleşmektir çünkü düşündüğümüzde ve sorguladığımızda, toplum tarafından bize dayatılan fikirlerden, davranışlardan ve alışkanlıklardan istemediğimizi terk etme şansı yakalarız. Bu, sorgulayıcı bir zihin yanında cesaret gerektirir. Çünkü toplum kendi inanç ve geleneklerini terk eden kimseleri cezalandırmak ister. Bunun için de sıklıkla dışlama, ötekileştirme, dehumanize etme veya şeytanlaştırma yöntemlerini kullanır. Daha marjinal durumlarda ise fiziksel cezaların uygulandığı biliniyor. İnsanların geneli bu cezalardan çekindiği içindir ki gündelik yaşamı sorgulamayı terk ederler. Erich Fromm’ un dediği gibi, topluma “robotumsu uyum” kafaları kısmen rahatlatır. Ona göre, modernleşen bireyin geleneksel bağlardan sıyrılıp özgürleşmesi gerekirken milliyetçilik, moda, çalışmaya adanma gibi yeni bağlarla sorgulayıcı yaşamı terk etmesi “özgürlükten kaçış” tır. Oysa düşünmek ve sorgulamak doğuştan sahip olduğumuz bir yetenektir ve bunu yaşam boyu geliştirme fırsatı bize verilmiştir. Ondan kaçmamak gerekir.

İnsan birçok canlıya kıyasla uzun bir hayat yaşamakla beraber bir ömür boyu öğrenmek ve kendisini geliştirmek zorundadır. Bizim türümüz öğrenmeli, öğrendiklerinin doğruluğunu ve geçerliliğini ve daha sonra da iyi bir yaşam için bunların teknik ve yöntemlerini sorgulamalıdır. Ancak türümüzün çoğu küçük yaşlarda bu yeteneğini kaybeder. Geri kalanların bir kısmı da düşünmekten ve sorgulamanın ortaya çıkaracağı özgürlükten korkar. Öğrenilmiş fikirleri, teknikleri, aletleri ve gelenekleri sorgulamaktan çekinmeyenler ise insanlığı ileri taşımayı başarır.

Ne dersiniz, siz sorgulayıcı bir birey misiniz?